Eskidenmiş o büyük kışlar. Yolda kalmalar, misafirliğe kalmalar, güneşe hasret kalmalar. Eskidenmiş büyüklerin anlatıp çocukların sükut içinde dinlediği masalsı günler. Düşünseniz ya, dışarıda kar hava buz gibi. Gözünüzden yaş damlasa donacak. Ayazdan eller buz tutmuş. Sadece eller mi? Çatılardan pervazlardan sallanan sarkıtlar. Göz açıp kapayana dek tipiyle kapanan yollar. Ah yollar! An olur bizi sevgiliye götürür. An olur hasretten vuslata kavuşturur. Kimi zaman çetin geçen kış şartlarında tipi geçit vermez karayolları ekiplerinin canhıraş mücadelesiyle yollar yeniden açılırdı.
Geceler karanlık, geceler ayaz, geceler uzundu. Her ne kadar karanlık olsa da ayın şavkısıyla bir başka aydınlanırdı. Korkmadan dışarı çıkar korkmadan oynardık.Kardan adam yapar kar topu oynardık. Gülle gibi attığımız kartopular havada uçuşurdu. herkes birbirini kara gömmek için yarışırdı.
Kar yağardı damlarımıza. Dam tabiri çatısız üstü toprakla örtülü eski ev demekti. Kürümesi temizlemesi zahmetli olsa da mecburduk tahta küreklerle temizlemeye. Kar yağardı biz üşürdük. Biz üşüsek de bir adam boyu yağan karın üstüne Cüneyt Arkın gibi uçardık. Daha ileri, daha hızlı, daha yüksekten. Uçtukça sevinirdik. Kar yağardı soğuktan burnumuz aksa da,yüzümüz turp gibi morarsa da biz yine de eğlenecek bir şeyler bulurduk. Kızak yapar kayardık. Gübre torbalarının laylonlarıyla,muşamma, leğen ne bulduysak döne döne, yata yata, çarpa çarpa kaymanın en keyifli yanıydı bunlar.
Karın yağması rahmetti bereketti. Eriyecek su olacaktı. Bahar yağmurlarıyla çağıl çağıl sel olup derelerden akacaktı. Karın yağması çiftçiler için umuttu. Gelmesini dört gözle beklerlerdi. Kar yılı var yılı demekti. Karın çok yağdığı sene mahsulünde meyve sebzenin de bol olacağına inanılırdı.Umut Allah'tandı.Her halükarda teslimiyet içinde yaşardı eskiler.
Uzun geçen kış günlerinde hikayelerin tadı da bir başka olurdu. Hikaye anlatmaksa hünerli bir iş. Marifet ister, hitabet ister, coşku ister.
Dili kuvvetli, çenesi laf yapan kendine güvenen birazda hatırı sayılır kişiler başlardı anlatmaya. Bizim Erzurumlu Teo dayı gibi.
Bu sefer sıra köy kahvesinde falan değil, hanesini gönüllü olarak komşularına açan bir baba yiğitte. Bir oda dolusu insan toplanmış hanesinde. Hane demek ev demek. Eskiler hane-i saadet dermiş. Yani huzurlu ev anlamında. Odanın orta yerinde kurulu bir soba. Yaktıkça gürül gürül yanan, yandıkça narlanan soba etrafında kimi sedire kimi mindere oturmuş vaziyette, pür dikkat hikayeciyi dinlemekte. O gün herkes eğlenmeye, gülmeye, bir şeyler öğrenmeye gelmiştir. Esasen anlatılanlar latife gibi görünse de gerçeğin ta kendisiydi. Tiyatronun, sinemanın hatta iletişimin yetersiz olduğu o günlerde Anadolu insanı günün yorgunluğunu bir nebzede olsa bu sayede atardı.
Kar, şairlere de ilham kaynağı olmuştur. Şiirlere güzellik katmıştır. Kar üzerine yazdığım şiirimden bir kaç mısra paylaşarak yazımı tamamlayalım inşallah.
Ey kar!
Eremedim sırrına henüz
Ölüm mü desem düğün mü?
Nineme kefen sevdiğime gelinliksin
Doğayı kucaklayan sıcacık yorgan
Önüme sunulan buz gibi ab-ı-hayatsın
Ey kar!
Yağabildiğin kadar yağ
Tane tane lapa lapa
Yağ ki tüm çirkinlikler kapansın
Aleme rahmet, Ademe bereket gelsin
Ah ne olaydım be olaydım
Sevgilinin elinde eriyen bir kar da ben olaydım.
Aziz Akbal,
(Bizim Haydanlı) şiir kitabından