Türkiye ekonomisinin 2025vizyonu, bir yandan umut dolu fırsatları diğer yandan derinleşen riskleri barındırıyor. Ülkemiz, Asya, Avrupa ve Orta Doğu arasında stratejik bir köprü işlevi görerek küresel ticaretin kalbinde yer alma potansiyeline sahip. Ancak bu umut vadeden tablo, aynı zamanda TL’nin kırılganlığı, yüksek enflasyon ve dış borç gibi derin ekonomik tehlikeleri de gözler önüne seriyor.
İstanbul’dan Van’a uzanan topraklarımızda, jeopolitik avantajımızın yaratacağı fırsatlar çok fazla, Orta Koridor projesiyle Çin’den Avrupa’ya uzanan “İpek Yolu 2.0” in modernizasyonu ve demiryolu ağlarının genişlemesi, ihracatın hızlanmasına ve Türkiye’nin lojistik üssü konumunun pekiştirilmesine olanak tanıyor. Demografik olarak ise, Genç nüfusumuzun (%30) dinamik ve enerjik yapısı, teknoloji ve Ar-Ge’ye yapılacak yatırımlarla “altın çağ”a dönüşebilir. Ancak bu potansiyelin tam anlamıyla değerlendirilebilmesi için nitelikli iş alanlarının yaratılması ve beyin göçünün önüne geçilmesi elzem, “yani kaçılan değil, tercih edilen ülke” konuma geçmek son derece önemli.
En akılcı enerji kaynağı olan, Yenilenebilir enerji alanındaki yatırımlar – Konya’nın dev güneş santralleri, Ege’nin rüzgar çiftlikleri – ülkemizin enerji ithalatını azaltarak cari açığı hafifletebilir. Fakat projelerin finansmanı ve teknoloji transferi gibi kritik noktalarda atılacak adımlar, bu hedeflerin gerçekleşmesinde belirleyici olacak. Turizmde ise, sadece deniz, kum, güneş değil; kültür, eko ve sağlık turizmiyle de 60 milyon turist hedefine ulaşmak mümkün olabilir. Fakat bu hedef, küresel ekonomik dalgalanmalar ve bölgesel belirsizlikler karşısında sarsıcı riskler barındırıyor.
Öte yandan, ekonomik risklerin gölgesinde, Merkez Bankası’nın belirsiz faiz politikaları ve %40’lara varan enflasyon riski, TL’nin değer kaybı ve tüketici harcamalarında düşüşe neden olabilir. Petrol ve doğalgaz ithalatının yarattığı enerji bağımlılığı, küresel enerji krizleriyle birleşince cari açık endişeleri arttırıyor. Ayrıca, dış borç yükü ve artan küresel faiz oranları, yatırımcı güvenini ciddi şekilde sarsabilir. Jeopolitik gerilimler ve Doğu Akdeniz, Suriye sınırındaki belirsizlik gibi faktörler ise, uluslararası arenada Türkiye’ye yöneltilen riskleri katbekat artırıyor. İklim krizinin tarıma olan olumsuz etkileri de, gıda fiyatlarının yükselmesine ve ihracat gelirlerinin düşmesine yol açabilir.
Peki, 2025 yılı Türkiye için “kırılganlık” mı yoksa “direnç” mi getirecek? Bu sorunun cevabı, alacağımız stratejik kararlara bağlı. Siyasi istikrar ve mali disiplinin sağlanması, enflasyonla mücadelede kararlı adımların atılması; teknoloji ve insan kaynağına yapılacak yatırımlar, nitelikli eğitim ve Ar-Ge’nin desteklenmesi; ve AB, Körfez ülkeleri ile Asya arasında dengeli ilişkilerin kurulması, ekonomik potansiyelimizi gerçeğe dönüştürebilecek temel unsurlar olarak öne çıkıyor.
Bugün alınacak doğru kararlar, yarının ekonomik güvencesini belirleyecek. Türkiye, 2025’in ilk çeyreğinde, risklerin ağırlığını hafifletecek stratejik adımlar atarsa, genç nüfusunun enerjisi ve stratejik konumu sayesinde uluslararası arenada önemli bir oyuncu olma yolunda emin adımlarla ilerleyebilir. Aksi halde, umut vadeden potansiyel, kronik sorunlar ve derin ekonomik riskler arasında kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Bu dengeyi sağlamak, ülkemizin geleceğini şekillendirecek – işte bu yüzden, bugün atılacak her adım, yarının Türkiye’sini yeniden yazıyor.