HAYAT DİYE BİR GARİP İMTİHAN
Hayat... Ne tuhaf bir kelime, ne garip bir denge.
Dünya'nın bir yanında, yanı başımızda ya da çok uzaklarda, bombaların altında, zulmün ve işkencenin pençesinde hayatta kalma mücadelesi verenler var. Onlar ki, yas tutmaya bile vakit bulamayan, açlık ve susuzluğun en keskin haliyle boğuşan, bir kuru lokma için can verenler...
21. yüzyılın utanç verici gerçekliği; çocukları avunsun diye tencerede taş kaynatan annelerin, yokluğun ve imkansızlığın en ağırına rağmen Allah'ı kendilerine vekil tayin edenlerin sarsılmaz imanı...
Bu satırları yazarken bile boğazım düğümleniyor.
Peki ya biz? Aynı dünyanın diğer ucunda, başta kendi cennet vatanımız olmak üzere, bir rahatlık ve sekînet ortamında yaşayanlar. Günde üç öğün çeşit çeşit nimetle doyup, kana kana su içen, keyif ve eğlenceden geri durmayan, her türlü konforlu imkana sahip olan bizler...
Bu rahata ve bolluğa rağmen, şükretmek yerine sürekli şikayet edenleriz. Dilimize pelesenk olmuş bir şikayet... Dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan zulümleri, açlıkları görmek dahi istemeyen bir anlayışla, kendi küçük dünyalarımızın dertleriyle boğuşuruz.
İşte dedim ya, hayat çok garip...
Gazze'den Doğu Türkistan'a, Arakan'dan Yemen'e ve Afrika'nın birçok ülkesine kadar, zulüm, savaş, açlık ve susuzlukla boğuşanlar Allah'a hamd ederken, bizler her türlü imkana, rahatlığa ve konfora rağmen hep şikayet halindeyiz.
İşin en tuhaf tarafı ise, bu zorluklara rağmen Allah ile beraber olanlarla, rahatlığa rağmen şikayetçi olanların aynı cenneti istemesi. Bu nasıl bir tezatlık, nasıl bir aymazlık?
Hayat, gerçekten de büyük bir imtihan. Belki de zorluklarla sınananlar bu imtihanı büyük bir sabır, teslimiyet ve şükürle geçerken, bizler rahatlık içinde bu imtihanı kaybetmekteyiz.
Bu köşe yazısı, bir eleştiri değil, bir çağrı olsun. Gelin, sahip olduklarımızın değerini bilelim. Şükür kapılarımızı aralayalım ve dünyanın diğer ucundaki kardeşlerimizin acılarına kayıtsız kalmayalım. Çünkü hayat, şükredene cennet, şikayet edene hüsrandır.
Sahi, sizce de öyle değil mi?