Günümüz dünyasında "bağımsız ekonomi" söylemi, ironik bir şekilde büyük ölçüde faiz destekli kredi programlarının gölgesinde şekilleniyor. Uluslararası finans kuruluşlarının sunduğu geçici nefeslikler, beraberinde getirdiği koşullar ve maliyetlerle uzun vadede ülkelerin ekonomik bağımsızlık hayallerini adeta ipotek altına alıyor. Oysa "tam bağımsızlık", ne borç batağına saplanmak ne de küresel finansın insafına terk edilmek anlamına gelmeli. Tam bağımsız bir ekonomi, kendi iç tasarruflarıyla yatırımlarını finanse edebilen, para ve maliye politikasını ulusal önceliklerine göre şekillendirebilen bir yapı demektir. Bu ideal, sadece bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin değil, küresel ölçekte de henüz tam anlamıyla örneklenebilmiş değil. Ancak umutsuzluğa kapılmak yerine, bu hedefe ulaşmak için somut adımlar atmak, yerli ve milli çözümleri hayata geçirmek zorundayız.
Neyse ki elimizde bu amaca hizmet edebilecek bir dizi araç bulunuyor.
Faizsiz finansın sunduğu sukuk, mudaraba, murabaha gibi enstrümanlar, altyapıdan enerjiye, sağlıktan eğitime kadar geniş bir yelpazede yatırımları finanse etme potansiyeli taşıyor.
Kar-zarar ortaklığına dayalı bu model, hem yerli tasarrufları harekete geçirecek hem de sermayenin kamu ve özel sektör arasında adil bir şekilde akışını sağlayacaktır.
Bölgesel iş birliğini güçlendirmek de ekonomik bağımsızlığımızın önemli bir sacayağını oluşturuyor.
Türk Lirası'nın komşu ve iş ortağı ülkelerde kullanımını artıracak swap anlaşmaları, döviz talebini azaltırken finansal kırılganlığımızı da düşürecektir. Özellikle Türk Devletleri Teşkilatı gibi platformlarda milli paralarla ticaretin yaygınlaşması, uzun vadede cari açık sorununa kalıcı çözümler sunabilir.
Güçlü kamu bankacılığı ve yeniden kalkınma ajanslarının rolü de göz ardı edilemez. KOBİ'lere, yeşil enerji projelerine veya stratejik sektörlere düşük maliyetli, uzun vadeli krediler sunabilecek kamu bankaları ve kâr amacı gütmeyen kalkınma ajansları, özel sektörün kısa vadeli çıkarlarından bağımsız, sürdürülebilir yatırım projelerini hayata geçirebilir.
Varlık Fonu kurarak stratejik yatırımları finanse etmek ve döviz rezervlerine olan bağımlılığı azaltmak da akılcı bir yaklaşım olacaktır. Altın ve diğer kıymetli metallere dayalı bir rezerv yönetimi ise uluslararası piyasalardaki dalgalanmalara karşı ekonomimize bir kalkan oluşturabilir.
Yerli sermaye piyasalarının derinleşmesi, uzun vadeli birikimlerin reel sektöre kanalize edilmesi açısından hayati önem taşıyor. Tahvil, bono ve sukuk piyasasının büyümesi ve küçük yatırımcıların bu piyasalara katılımını artıracak finansal okuryazarlık çalışmaları, hem piyasayı canlandıracak hem de toplumun tasarruf alışkanlıklarını güçlendirecektir.
Kırsal ve kent merkezlerinde küçük işletmelere yönelik faizsiz veya düşük faizli mikrokredi programları ve kooperatif modelleri, yerel ekonominin tabana yayılmasını sağlayacaktır. Kooperatiflerin ortak sermayesi üzerinden sağlanan kar dağılımı, ekonomik bağımsızlık bilincini yerleştirecektir.
İhracatımızı çeşitlendirerek ve katma değerli ürünlere odaklanarak döviz gelirlerimizi artırmak, cari açığın iç kaynaklarla finanse edilmesine önemli ölçüde katkı sağlayacaktır. Uzun vadede kritik girdilerde yerli üretimi teşvik ederek "dövizsiz ithalat" stratejileri geliştirmek de bu yaklaşımı tamamlayıcı bir unsur olacaktır.
Son olarak, dijital para ve CBDC uygulamaları, Türk Lirası'nın dijitalleşmesini sağlayarak para politikasının etkinliğini artırabilir, sermaye kaçışlarını ve kayıt dışı ekonomiyi sınırlandırabilir. Bu da ulusal para birimimiz üzerindeki kontrolü güçlendirecektir.
Elbette bu araçların her biri tek başına mucize yaratmayacaktır.
Ancak hepsinin eş zamanlı ve koordineli bir şekilde hayata geçirilmesi, iç ve dış şoklara karşı dirençli, kendi kaynaklarıyla büyüyen bir ekonomi inşa etmenin ilk adımı olacaktır. Artık "dışarıdan borç al, sonra makroekonomik reformları uygula" kısır döngüsünden çıkma zamanı geldi. Türkiye'nin sahip olduğu potansiyel, yenilikçi finansman modelleriyle birleştiğinde, hem bölgesel bir güç hem de küresel rekabette örnek bir ekonomi olma yolunda önemli bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı kaçırmamak, gelecek nesillere ekonomik olarak daha bağımsız bir Türkiye bırakmak hepimizin sorumluluğudur.