Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) son kararında politika faizini tam 350 baz puan artırarak %46’ya çıkarması, ekonomik gündemi altüst etti. Peki çok ekonomist ve piyasa aktörü, gözlerini TCMB’ye dikmiş durumda. Peki, bu hamle gerçekten beklenen kırılmayı getirir mi, yoksa ekonomiyi daha derin bir durgunluğa mı sürükler?
Türkiye’nin yıllardır süregelen çift haneli enflasyon sorunu, halkın alım gücünü eritiyor, yatırım kararlarını öteleyip belirsizliği besliyor. Bugün yıllık tüketici enflasyonu hâlâ %38’lerde seyrediyor; Mart ayında bile aylık artış %2,5 civarında gerçekleşti. Bu tabloda, yüksek faiz talebi dizginlemek, “fiyatlama davranışlarına disiplin getirmek” ve tüketim iştahını frenlemek için klasik bir araç işlevi görebilir.
Bu perspektifle bakıldığında, faiz artırımı bir “mesaj” niteliği taşıyor: TCMB, artık gevşeme yönünde değil, sıkılaştırma yönünde yürümeye kararlı. Döviz kurlarındaki oynaklığı dizginleyip, TL’ye talebi artırmaya dönük bu duruş, yabancı yatırımcıların dikkatini çekerek portföy girişlerini teşvik edebilir. Kur istikrarı, hem ithalat maliyetlerini düşürerek enflasyona nefes aldırır hem de ekonomi yönetimine olan güveni zinde tutar.
Ancak bu radikal sıkılaştırmanın bedeli ağır olabilir. %46’ya yükselen politika faizi, kredi maliyetlerini tepeden tırnağa yukarı çeker. İnşaat, imalat ve ticaretin bel kemiğini oluşturan KOBİ’ler, artan finansman giderleriyle nefes almakta zorlanabilir. Hanehalkı kredi kartı ve ihtiyaç kredisi faizleri şiştikçe, tüketici harcamaları gerileyecek, büyüme yavaşlayacak.
İşsizlik kaygılarının arttığı bir ortamda, istihdam piyasası da darbe alabilir. Özellikle taşeron ve kayıt dışı sektörde çalışanlar, işlerini kaybetme riskiyle karşılaşabilir. Siyasi iktidarın bu sosyal maliyetlere gösterdiği hassasiyet göz önüne alındığında, artan işsizlik ve daralan ekonomi, toplumun farklı kesimlerinde gerginlik oluşturabilir.
Merkez Bankası’nın “bağımsızlık vurgusu” güçlü oldu; ancak karar, hükümetin son dönemdeki faiz indirimi mesajlarıyla çelişkili bir tablo çiziyor. 2024 sonundaki 250 baz puanlık indirim ve sık sık tekrarlanan “daha fazla indirime hazırız” söylemleri, TCMB ile Hazine-Maliye politikasının uyumunu zedelemişti. Şimdi gelinen noktada, bir anda yön değiştirmek, piyasa güvenini kısa vadede sarsabilir.
Eğer Merkez Bankası önümüzdeki aylarda iletişimde tutarlı adımlar atar, para politikası kararlarını net bir takvim ve “enflasyonu hedefe indirme” stratejisi etrafında tasarlar; hükümet de mali disiplin konusunda güçlü sinyaller verirse, bu adım uzun vadede hafifleyebilir. Aksi hâlde, çelişkili mesajların yarattığı “politik risk primi”, faizlerin anlamsız derecede yüksek seyretmesine yol açabilir.
ABD Merkez Bankası’nın (Fed) sıkı para politikası ve gelişmekte olan ülkelerde sermaye çıkışları, Türkiye’ye gelmesi muhtemel kaynak akışını zorluyor. Ayrıca, küresel emtia fiyatlarındaki artış ve tedarik zinciri riskleri de Türkiye’nin ithalat faturası üzerinde baskı kuruyor. Tüm bu dış etkenler, TCMB’nin manevra alanını kısıtlıyor; faiz artırımı, bu alanı bir nebze olsa genişletme çabası olarak okunabilir.
TCMB’nin bu kararı, enflasyonla mücadelede kritik bir viraj olabilir. Eğer faiz artışı, mali disiplin ve yapısal reformlarla el ele giderse, Türkiye ekonomisi için “düşüşü durdurma” şansı doğabilir. Yok eğer, yüksek faiz bir tek seferlik şov olarak kalır, hükümet harcamaları disipline etmez ve yapısal dönüşüme yönelmezsek; işsizlik, durgunluk ve toplumsal sıkıntı saklanamaz şekilde büyür.