Ekonominin olmazsa olmazı enflasyon, bir süredir hepimizin gündeminde. Kimimiz maaş zammını hesaplarken ona bakıyoruz, kimimiz market arabasını iterken derin bir iç çekişle onu düşünüyoruz. Ama enflasyon düştü denince, çoğumuzun aklına hemen fiyatların da düşeceği geliyor. İşte burada ciddi bir kavram karmaşası başlıyor.
Enflasyon Nedir, Ne Değildir?
Önce şu sorunun net bir cevabını verelim: Enflasyon nedir?
Basitçe anlatayım: Piyasada dolaşan para miktarı, üretilen mal ve hizmetlerin miktarından daha hızlı artarsa, fiyatlar yükselir. Diyelim ki ülkede sadece 3 somun ekmek var ve cebimizde toplam 3 lira var. Her ekmek 1 liraya satılır. Ama para miktarı 6 liraya çıkarsa ve ekmek yine 3 somun üretiliyorsa, bu kez her birinin fiyatı 2 liraya çıkar. İşte bu: enflasyon.
Ancak eğer üretim de 6 somuna yükselirse, fiyatlar sabit kalır. Çünkü daha fazla ekmek var; talep bölüşülür, fiyat artışı yaşanmaz. Bu yüzden fiyat istikrarı için para arzı ve üretim dengesi büyük önem taşır.
Düşen Enflasyon = Düşen Fiyatlar mı?
Hayır.
Enflasyonun düşmesi, fiyatların ucuzladığı anlamına gelmez. Sadece fiyatların eskisi kadar hızlı artmadığı anlamına gelir. Yani 1000 liraya dolan market sepeti artık 900 liraya değil; 1350 yerine belki 1200 liraya dolacaktır. Fiyatlar artıyor, evet, ama artık koşarak değil, yürüyerek…
Pahalılık: Cebinize Yansıyan Gerçek
“Enflasyon düşerken hayat neden hâlâ pahalı?” sorusu da buradan kaynaklanıyor.
Pahalılık, aslında tamamen kişisel bir deneyim. Aynı market sepeti bir yıl önce 1000 lirayken bugün 1350 liraysa, fiyatlar %35 artmış demektir. Eğer maaşınız bu sürede sadece %25 artmışsa, sizin için hayat pahalanmıştır. Çünkü geliriniz, fiyatların gerisinde kalmıştır.
Ama eğer maaşınız %50 artmışsa, alım gücünüz yükselmiştir; sizin için “pahalılık” diye bir durum söz konusu değildir. Bu yüzden bazen enflasyon rakamları düşse de vatandaşın hissettiği pahalılık artar – çünkü gerçek olan cebe giren para ile çıkan para arasındaki farktır.
Enflasyonla Mücadelede Ne Yapılmalı?
Buradan önemli bir noktaya varıyoruz: Maaş zamları geçmişte yaşanmış enflasyona göre değil, gelecekte beklenen enflasyona göre yapılmalıdır. Aksi takdirde her maaş zammı, yeni fiyat artışlarını tetikler. Bir kısır döngü başlar. Maaş artar, fiyat artar; fiyat artar, maaş tekrar artar… Tıpkı akıntıya karşı kürek çekmek gibi: Enerji harcanır ama ilerleme sağlanmaz.
Sadece Faiz Değil, Güven ve Disiplin Gerek
Elbette bu mücadele sadece maaşlarla sınırlı değil. Maliye politikası, yani devletin gelir-gider dengesi, burada kritik rol oynar. Hazine’nin son dönemde borç ödemelerine rağmen bütçe fazlası vermesi, bu açıdan olumlu bir sinyal.
Öte yandan, dış gelişmeler de etkili. Brent petrolün 82 dolardan 65 dolara gerilemesi, enerji ithalat faturasını hafifletiyor. Turizm sezonundan beklenen döviz girdisiyle birlikte cari açıkta iyileşme sağlanabilir. Bu da döviz kuru baskısını azaltarak enflasyonun düşüşüne katkı sunar.
Ve tabii ki Merkez Bankası’nın faiz politikası. Yüksek faizler kısa vadede fiyat istikrarını sağlayabilir, ama uzun vadede yatırımı, üretimi ve büyümeyi baskılayabilir. Önemli olan dengeyi iyi kurmak.
Enflasyonla mücadele sadece rakamlar üzerinden yürümez. Bu aynı zamanda bir psikolojik mücadeledir. Beklentilerin doğru yönetilmesi, politikaların tutarlılığı ve kurumlara duyulan güven çok önemlidir.
Gerçek başarı, fiyatların sadece yavaş artması değil, insanların alım gücünün ve yaşam kalitesinin de artmasıdır. Enflasyonla savaşırken unutmamamız gereken en temel şey budur.